İlkokul öncesi eğitim-öğretimden başlayarak, üniversite ve sonrasının bilim toplumu haline gelmek ve bunun hedeflenmesi şeklinde olması gerekmektedir. Açık olarak ifade etmek gerekir ise, bir yazboz tahtası gibi olan, maarif sistemimizdeki değişiklikler temele oturmamış ve en önemlisi ise çocuklarımızı, her an değişen sistemler karşısında bırakarak, onları zihinsel olarak, ne yapacağını bilmez duruma sokmuş bulunuyoruz. Öteden beri üzerinde durduğum gibi, her değişen maarif sistemlerine, yarının Türkiye’si olacak çocukların adapte olması için bir süreç geçmesi gereği de ortadadır. PİSA tersti sınavlarında, 72 ülke arasında, 50. olmamız oldukça düşündürücüdür. Burada önemli yanılgı ise, insan odaklı sistemler yerine, sistem odaklı bir eğitim-öğretim sisteminin ortaya konulmasıdır. Sadece eğitim-öğretimde değil, her olumsuzlukta, insan yerine bütün suçu kanun ve yönetmeliklerin üzerine atmamız bizim yanlış olan en önemli hastalığımızdır. Açıkça ifade etmek gerekir ise, neşteri mutlaka yaranın tam üzerine vurmak gerekir. Geçenlerde yine açıklandı, KPSS sınavlarında başarılı olan öğretmen adaylarının, kendi alanlarında yapılan sınavlarda, 50 soru üzerinden, 10 ile 15 arasında doğru cevap verebilmiş olmaları üzerinde neden durmak istemiyoruz. Eğer öğretmenlerin başarı durumu bu ise, onların yetiştireceği öğrencinin ne durumda olacağını düşünmek veya yorum yapmağa gerek yoktur. Üniversite sınavları ve PİSA sınavları bunu açık olarak göstermektedir. TOAG sınavlarında 30-40 bin öğrencinin, okuma ve anlama ile ilgili sorunlarının olduğunun ortaya çıkışına ne denilebilir ki? Üniversite sınavlarındaki, alanlara göre olan sonuçlar hiç de iç açıcı değildir. Otalama olarak, matematiğin 6 civarında oluşu bir şeyler anlatmıyor mu? Burada üzerinde durmak istediğim ve vurguladığım husus, öncelikle öğretmenlerin durumunu masaya yatırmak gerekir. Eğer, bugünün gerektirdiği şekilde, bilim ile donatılmış olan öğretmen yetiştiremiyor isek, hangi sistem ile neyi değiştireceğiz?
Ülkelerin gelişmişliği ve GSMH ilePİSA test sonuçları bir paralelliği ortaya koymaktadır. Burada bir istisna, ABD’dir. Fakat, bu devletin bu hususta endişesi yoktur, zira her yıl bir milyona yakın yetişmiş gençleri ve kilit elemanları alabilmektedir. Bunun sonucu olarak ortaya koydukları performans ile Dünyadaki tek bilim toplumu haline gelmişlerdir. Yazılım, donatım ve kotlamada dünya lideri olmuşlardır. Bu bakımdan da, bu ürünlerini Dünya’ya pazarlamaktadırlar. Bu programları yapamayan ülkeler, üç bakımdan ABD muhtaç durumdadırlar. Birincisi, böyle bir teknolojiyi geliştirecek, bilgisayar ve diğer donamlarını yapacak durumda olmayışları; ikincisi, kurulacak veya kurulmuş olan merkezleri çalıştıracak elemanlarının olmayışı; üçüncüsü, yazılım, programlama kotlama bakımından bir birikimlerinin olmayışı olarak bunu ifade edebiliriz. Elbette, tüm bunların yapılabilmesi için bir finans gücünün olması gerekir. Bunun diğer bir anlamı ise, yine dışa bağımlılığı ortaya koymaktadır. Görüldüğü gibi burada bir kısır döngü vardır. Yalnız, fazlaca karamsarlığa da gereke olmayabilir. Dünya’yı yeniden keşfetmeğe de ihtiyacımız yoktur. Her şey ortadadır. Yalnız, ısrarla meselelerin üzerine gitmek gerekmektedir. Şunu da açık olarak belirtmek gerekecektir ki, bu konuyu uzun zamandır dile getiriyorum: Özel yetenekli çocukların özel olarak eğitilmeleri gerekir. Zeki ve özellikleri olan gençleri sıradan bir eğitime tabi tutacak olursanız, sınıfın en tembel öğrenciler olurlar. Saygılarımla.