Sultan Dağlarının eteklerinde, şehir merkezinden biraz yüksekçe bir yere, Seydi Mahmud mahallesine kurulmuştur. Son yıllarda, çok katlı apartmanlar arasında kaybolmuştur. Türbenin inşaa tarihi yoktur. Ancak yapının mimari özelliğine göre, Selçuklular zamanında sur içinde yapılmıştır. Yan yana inşa edilmiş muhtelif binalardan oluşmuştur.
Türbenin içindeki sandukalar İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ne götürülmüştür. Sandukadaki tarih, türbenin yapılış tarihi olarak kabul edilir (H.667-M.1268). Daha sonra XV. yüzyılda bu zaviye ve bilhassa türbe, önemli ölçüde tamir, tadil ve ilaveler görmüştür. Bugünkü eserin üzerinde bulunan kitabeden ve bazı izlerden bu anlaşılmaktadır. Zaviye, XVIII. yüzyıldan sonra önemini yitirmiştir. Zaviye ve müştemilatı harap olmuş, yıkılıp yok olmuştur. Bu külliyeden günümüze bir türbe, bir mescit ve toprak altında kalmış bir hamam kalmıştır.
Selçuklular zamanından beri doğuyu batıya bağlayan eski ve önemli kervan yollarından birinin üzerinde bulunan Akşehir, zaman zaman yerli ve yabancı seyyahların, ilim ve sanat adamlarının uğradığı yer olmuştur. Fakat bunların eserlerinde zaviye hakkında yeterli bilgi verilmemiştir. Türbenin mimarisi hakkında detaylı incelemeyi Yük. Müh. Mim. Dr. Yılmaz Önge yapmıştır. Mimari yönden hazırladığı yazısı, 1975 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü Röleve ve Restorasyonu dergisinde yayınlanmıştır.
Türbe dört köşe bir temel üzerinde yapılmıştır. Bunun üzerine içi yuvarlak, dışı mahruti küçük kubbe kemerler yerleştirilmiştir. Tuğla kesimler rengârenk çinilerle süslenmiştir. Gövde on sekiz dilim olup tuğladan yapılmıştır. Tuğlanın üzerleri çinilerle kaplı imiş. Gövde üzerine yedi dilimden oluşan meşhur çadır kubbe yerleştirilmiştir. Çinilerle çok güzel Arapça veciz ve sözlerden oluşan kitabeler vardı. Şimdi bu çinili kitabelerin hepsi de dökülmüş, yerlerinden sökülmüştür. Sadece okunabilen birkaç satır kalmıştır. Güney tarafındaki mor zemin üzerinde mavi ile yazılmış şu satırlar okunabiliyor:
“Amele Ahmed İbn-i Abdullah bin Asli” (Çevirisi: Asilzade Abdullah oğlu Ahmed yaptı.)
Türbe kapısı üzerindeki mermer üzerine yuvarlak grifit Osmanlı neshi ile yazılmış tamir kitabesi şöyledir:
“Allah Enr tecdiden haza et-türbe el mutahbarat Al mutaharra el mahdum el-azim selate’l-evliya Seyyid El-sadat el mu’id binea rabbel-arzın vel sevat Seyyid Muhyid-Din bin Seyyid Ali bin Seyyid Muhyid-Din bin Seyyid Mahmud
Rahmetullahü aleyhim. Fi şuhur sene: isne ve aşere ve semani mie.”
Bu kitabeye göre, türe H.912/M.1409 tarihinde Seyyid Mahmud Hayrani’nin torunu Seyyid Muhyiddin tarafından tamir edilmiştir.
Seyyid Mahmud Hayrani Türbesindeki Mezar Kitabeleri:
Türbenin içi boştur. Hiçbir mezar belirtisi yoktur. Sadece betonlanmış bir zemin vardır. İbrahim Hakkı Konyalının yazdığı “Akşehir Tarihinde” bu konu hakkında şu bilgiler verilmektedir:
“Eskiden türbenin içinde üç, bir rivayete göre de dört sanduka vardı. O tarihlerde Konya’da oturan Alman Konsolosu’nun umum müdürü Hügnen, demiryolu memurlarından Efkargan ismindeki bir Ermeni’ye bu sandukaları çaldırtmış ve Almanya’ya gönderirken yakalanmış. Sandukalardan üç tanesi kurtarılarak 12 Mart 1914 tarihinde İstanbul’da Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ne konulmuştur. Sandukalardan birinin de, Hacı İbrahim Türbesi sandukalarıyla birlikte Almanya’ya kaçırıldığı ve Alman müzelerinde olduğu tespit edilmiştir.”
İstanbul’da Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nde bulunan sandukalar Seyyid Mahmut Hayrani, Seyyid Necm’ü-Din Ahmed ve Seyyid Ali’ye aittir. Devam edecek