7 Haziran seçimlerinden sonra, hükümet kurulamayınca; bu boşluktan istifade etmek ve bunu bir fırsata çevirmek isteyen beynelmilel güçler, emirlerinde ki PKK terör örgütünü tekrar harekete geçirdiler. Suruç’ta ki patlamayı bahane olarak kullanan PKK şehirlerde gerilla savaşına girişti. Suruç olayına kadar Devlet doğrudan doğruya PKK’ya karşı savaş ilan etmemişti. Hatta “çözüm süreci” adı altında görüşmeler yaparak, meseleyi hal yoluna koyabilirmiyiz diye olmadık ve olmayacak hülyalara bile kapıldı. Kendilerini samimi olarak uyaranları bile bu hülya uğruna ciddiye almamışlardı. Terör örgütü çözüm sürecini, yeniden güç kazanmak için bir oyalama politikası olarak kullandı. Ve bunda da başarılı oldu. Bu oyalama politikası esnasında da şehirlerde silahlanarak, mevzilenerek, bombalar yerleştirerek, tuzaklar kurdular. Şimdi de askerimize ve polisimize saldırmaktalar.
Bu kavga Türk- Küt kavgası değildir. Bunu iyi bilmek ve doğru değerlendirmek gerekir. Bu kavga ehl-i saliple hilalin kavgasıdır. 1072 yılından beri devam etmektedir. Kıyamete kadar da devam edecektir. Şimdi, 30 yılı aşkın bir zamandan bu yana, ehl-i salip’in intikam tugayı olan PKK eliyle yapılmaktadır. 1000 yıldır bu topraklarda beraber yaşadığımız ve kader birliği yaptığımız Kürtleri maalesef Türk’e düşman etmeyi başardılar ve üzerimize, birliğimize saldırttılar. Tabi Kürtlerin hepsi bu hareketin içerisinde yer almadılar. Sadece bir kısmı… Ancak kabul etmek gerekir ki; ülkemize çok kan kaybettirdiler.
Suruç olayına kadar savaş tek taraflı idi. Şimdi iki taraflı oldu. Evet, hemen hergün şehitlerimiz gelmekte… Fakat bu tablo bizi karamsarlığa düşürmesin. Bu millet tarih içerisinde ne büyük ihanetler gördü. Bunlar ne ki? Kürtçü, komünist PKK ile Türk’ün tarihi yürüyüşünü durduramayacaklarını gören ve anlayan beynelmilel güçler; bu sefer de DAEŞ denen İngiliz patentli sözüm ona İslamcı terör örgütünü başımıza musallat ettiler. Allah’ın izni ile bu millet, ehl-i salip’in intikam tugayı olan PKK’yı ve DAEŞ denen İslam görüntüsü altında ki ehl-i salip’in hizmetkârlarını ve onlara destek verenleri de yok edecektir. Geçenlerde ofisimizde bu konu üzerine sohbet ediliyordu. Tabi bu konularda karamsar düşünenler de oluyor. Esasen yapı itibariyle karamsar olan bir yakınımıza sevgili Mehmet Yıldızhan şöyle dedi:”Bak abi! Benim oğlum da uzman.. Akşam nişan yüzüğünü Abdullah abi ile beraber taktık. 40 arkadaşı ile beraber şimdi Doğu’da çarpışıyor. Hâlbuki hepsinin de mecburi hizmetleri bitti. Oğlum mecburi hizmetiniz bitti. Artık bu tarafa gelseniz dedim. ’Baba! 40 arkadaşımızla beraber biz yemin ettik. Bu işi bitirinceye kadar asla gelmeyeceğiz.’dedi. Eğer subayımız, askerimiz, polisimiz doğudan kaçmak için çeşitli bahaneler uydursalardı, tayinini çıkarmanın peşinde koşsalardı; tamam, senin dediğin gibi biz bu savaşı kaybettik derdim. Ama yavrularımız PKK’yı bitirmeden bu tarafa gelmek istemiyorlar. Onun için yeise düşmenin anlamı yok!” dedi. Doğrusu da bu idi…
Evet, memleketi ve milleti uğruna ölmeyi bir vazife bilen nesillerimiz oldukça, tedirgin olmanın anlamı yoktur. Hazreti Allah Türk’lüğü tarih sahnesinden silmeyi takdir etmiş olsa idi; Çanakkale’de silinirdi. Silinmediğine göre, şimdi mi silecekler? Biraz daha sabır… İnşâllah sonları geldi. Merak etmeyin, endişelenmeyin ve telaşa düşmeyin. Yeter ki birliğimize keder getirmeyin. Gökte ki Hilâl’in yürüyüşüne aşağıda ki köpeklerin havlaması mani olamaz vesselam!