Veba, yüzyıllar boyunca milyonlarca insanın ölümüne neden olmuş hastalıklardan birisidir. Karanlık ve pis yerlerde türeyen veba mikrobu bitler ve fareler aracılığıyla insanlara taşınmış, bu yüzden yüzyıllarca sürecek ölümler silsilesi başlamıştır. Günümüzde birçok veba hastalığına çözüm bulunarak hastalığın yayılmasını önleyici tedbirler keşfedilmiştir. Fakat bundan birkaç yüzyıl önce teknolojinin geriliği ve insanların düşüncesizlikleri yüzünden Osmanlı Devleti’nde önü kesilemez bir salgın dönemi baş göstermiştir. Deprem, sel, yangın gibi felaketlerin bile bu kadar yıkıcı olmadığı coğrafya bir virüs uğruna nüfusunun büyük bir çoğunluğunu kaybetmiştir.
Veba Nedir?
Veba; çok kolay bir şekilde bulaşabilen, etkisini 3-4 gün içerisinde göstermeye başlayan ve kişinin ölümüne neden olan bir bakteriyel enfeksiyon hastalığıdır. Bu bakteri çok kolay üremesinin yanı sıra karanlık ve nemli yerlerde senelerce yaşayabilme özelliğine sahiptir. Titreme, ateş, kusma, baş ve sırt ağrısı, halsizlik nefes darlığı, vücutta yumurta şeklinde çıkan şişlikler, vücutta morarmalar, iç kanamalar belirtileri arasındadır. İnsan vücudunda oluşturduğu kararmalardan dolayı tarihte vebanın adına “Kara Ölüm” denmiştir. Günümüzde çeşitli antibiyotik ve aşılarla tedavi edilebilmektedir.
Vebanın Ortaya Çıkışı
Vebaya ilk olarak Çin ve Orta Asya’da rastlanmıştır. Rivayete göre Çin’den alınan vebalı kürklerin Orta Asyalılar tarafından Avrupa’ya satılmasının ardından veba 14. yüzyılda Avrupa’da yayılmaya başlamıştır. Bir inanışa göre nefes almayan tenlere veba mikrobunun bulaşamayacağını düşünen Avrupalılar yıkanmayı tamamen bırakmışlardır. Bu da mikropların daha çok artmasına ve vebanın daha kolay yayılmasına neden olmuştur. Vebanın yayılması arttıkça insanlar arasında sevgi ve saygı bağları kopmuştur. Birbirlerini büyücükle suçlayanlar, etrafta cadıların gezdiği inancı gittikçe artmıştır. Hatta vebayı yaydığı düşüncesiyle diri diri yakılan insanlar olmuştur. Özellikle Yahudilere bu konuda oldukça işkence edilmiş ve birçoğu suda boğdurulmuştur. Kedilerin de cadılara yardım ettiği düşünüldüğü için toplanıp öldürülmüşlerdir. Elbette bu da fare nüfusunun artmasına neden olmuştur. Bütün bunlar vebanın Avrupa’yı esir almasına neden olmuştur. Avrupa ile sık sık ticaret yapan Osmanlı Devleti’nin de vebaya yakalanması kaçınılmaz olmuştur. Ancak 15. Yüzyılın ikinci yarısında Venedik ve Dubrovnik Cumhuriyetlerinde ciddi anlamda karantina uygulamalarına başlanarak bilinçli faaliyetler yürürlüğe konulmuştur.
Osmanlı Vebanın Hakimiyeti Altında
Osmanlı Devleti o dönemlerde Avrupa’nın tersine vebayı fazla kayıp vermeden atlatabilmişti. Fakat 18. Yüzyılda daha güçlü bir şekilde ülkeye akın eden veba mikrobu adeta Osmanlı Devleti’ni kırıp geçirmişti. Mikroba ilk olarak 1778 yılının ocak ayında İstanbul Galata’da rastlanmıştı. Bahar ve yaz mevsimlerinde gittikçe şiddetlenmişti. Hastalığın ticaret gemilerindeki fare ve bitlerden yayıldığı öğrenildiği için gemilerden uzak durulur olmuştu. Ayrıca yapılan askeri seferler, fetihler ve hacların vebayı yaydığı düşünülmekteydi. Bu da Osmanlı’nın ticari, askeri ve sosyal hayatını zedelemişti. Şehirdeki esnafın çoğu dükkanını kapatmış, İstanbul’dan kaçarak Anadolu’ya göç etmişti. Mahkumlar salınmıştı. Gayrimüslim halk sokaklarda siyah muşamba giyerek dolaşır olmuştu. Evlerine gelen misafirleri de bir kabin içinde tütsüleyerek buyur ediyorlardı. Sadece onunla da kalmıyor, yediklerini de tütsülüyorlardı. Ülkenin durumu kritikti ve ciddi bir kıtlık yaşanıyordu.
Yanlış İnanışlar ve Tedbirsizlik
Yine Avrupa’da olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde de yanlış inanışlar ve tedbirsizliğin oldukça fazla olması yayılımı hızlandırmıştı. Yapılan en büyük yanlışlardan birisi ölen vebalı hastalardan geriye kalan kıyafetlerin yakınlarına ve yoksul insanlara dağıtılmasıydı. Sevap olur düşüncesiyle yapılan bu harekete benzer olarak yapılan bir yanlış da, hastalıktan kurtulmak amacıyla hamamda tertemiz yıkanan insanların hastalıklı kıyafetlerini tekrar giymesiydi. Ayrıca halk arasında ve camilerde vebanın önlenmesi amacıyla mukabeleler veriliyordu. Fakat vebalı insanlarla sağlıklı insanların aynı ortamda yer almasına neden olan bu uygulama vebanın yayılmasını önlemekten çok yayılmasına neden oluyordu. Kendi yöntemleriyle hastalığı tedavi etmek isteyenler de vardı. Bu yöntemler arasında şişe çekme, sülük tedavisi, tencerede elde edilen islerin vebalı bölgelere sürülmesi gibi yöntemler bulunmaktaydı. Osmanlı Devleti’nin bu konuda aldığı tedbirler de çok yetersizdi. Sadece vebalı bölgeler ilaçlanıp dezenfekte ediliyor, gemi ile gelen mallar sıcak buhar ile temizleniyor ve insanlar muayene ediliyordu. Karantina uygulamasını ancak 1938 yılında uygulamaya konulmuştur.
Padişahların Vebaya Karşı Tutumları
1455- 1475 yılları arasında etkili olan veba en çok İstanbul’da etkisini göstermekteydi. Bu nedenle Fatih Sultan Mehmet vebadan korunmak amacıyla İstanbul’dan uzaklaşarak Balkan coğrafyasında yaşamayı uygun görmüştü. Fakat yüzyıllar sonra torunu Kanuni Sultan Süleyman, vebadan kaçmayı kaderden kaçmak olarak nitelendirdiği için sarayı terk etmeyi doğru bulmamıştı. Elbette onun bu düşüncesi tebaasına da yansımıştı. Vebadan dolayı yaşadığı yeri terk edenler herkes tarafından alay konusu olmuştu. Halbuki dinimiz hiçbir önlem almadan işi kadere bırakma anlayışı yerine tevekkülü önermektedir. Peygamberimizin de bununla ilgili şöyle bir hadisi vardır: “Bir yerde veba olduğunu işittiğinizde oraya girmeyiniz. Bir yerde veba ortaya çıkar, siz de orada bulunursanız, hastalıktan kaçarak oradan dışarı çıkmayınız.”
http://kitabıneksiksayfaları.com/f/osmanli-devleti̇’nde-veba
YORUMLAR