İyiliğin güzelliğin hayata hakim olmasını istemek, bu uğurda insanları hayra, doğruluğa çağırmak, davet etmek ne anlamlı ve ne güzel bir iştir. Bunun için Rabbimiz Allah, Âl-i İmrân Suresi - 104 . Ayette ; "İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir." buyururken kurtuluşumuz için iyiliği istemeyi ve insanları iyiliğe çağırmayı ve kötülüğe engel olmayı bizlere vazife olarak yüklüyor.
Bu vazifeyi icra ederken de ümitsiz olupta dağılmamızı istemez, iyiliğe çağırıp gerisini ise kendisine bırakmamızı ister; çünkü kalplere hükmeden sadece O'dur. İyiliğe yapılan çağrının sesini duyuracak olan O, sözlerin kalplerde tesirini uyandıracak olan da O'dur.
KALPLERİN SAHİBİ ELBET DUYURUR
İbrahim aleyhisselam, Allah'ın emri ile Kabe' yi inşa edince Allah, hac ibadetlerini yapmaları için insanları davet etmesini ister. İbrahim aleyhisselam ise etrafına bakar kimseleri göremez ve "Yarabbi hani kim var da kimi davet edeceğim, hem sesimi kim duyar?" dediğinde "Sen davet et , senin sesini duyuracak olan Benim" cevabını alır. Bu davet kıyamete kadar yankılanacak, duyulacak bir davet şeklini alır ve bu güne kadar milyarlarca insan duyar sel olur akar. Akmakla kalmaz aynı zamanda İbrahim atamızı ve Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi vesellemi, ehlini her namazımızda Salli, Barik dualarında rahmetle anarız ve bu anış kıyamete kadar sayılamayacak kadar çok müslüman tarafından devam edecek olan hayırla ve rahmetle bir anıştır. İyiliğe davet boşa gitmez, boşlukta kalmaz illaki bir karşılık illaki bir yankı bulur. Allah peygamberlerinin iyilik davetlerini kalplere gönüllere duyurduğu gibi diğer mümin kullarının Allah'ın emirlerini üstün tutan iyilik davetlerini , hayra çağıran davetlerini de boşa gidermez. Bu çağrıları hem çağrı yapanın kurtuluşuna hem de hayırla yad edilmesine ve iyiliğin ayakta durmasına vesile kılar.
Bu açıdan bakıldığında İbrahim atamızın "Sesimi kim duyacak" deyişiyle vatan şairi Mehmet Akif Ersoy'un;
"Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince,
Günler şu heyulâyı da er, geç, silecektir.
Rahmetle anılmak, ebediyyet budur amma,
Sessiz yaşadım, kim beni, nerden bilecektir?" sözlerindeki murad arasında bir benzerlik hissederim.
YÜREKLERE ATILAN TOHUM; SAMİMİYET
İbrahim atamızın sesini duyuran Allah, Mehmet Akif Ersoy'unda rahmetle anılmasını nasip etmiştir; bugün İslam dünyasında Mehmet Akif'i bilen, rahmetle anan ne de çok insan var değil mi?
Günümüz şair ve yazarlarından, yüreği Mehmet Akif Ersoy gibi “Vatan-Bayrak-İman” aşkıyla dolu olan Dr. Osman Arslan’ın merhum Akif’e dair ülke dışında şahit oldukları Mehmet Akif’ın rahmetle anılmaya devam ettiğinin güzel bir örneğini teşkil eder. Dr. Osman Arslan; yaptığı gezilerde ve verdiği konferanslarda gerek Balkan ülkeleri olsun, gerek Arap ülkeleri olsun ve gerekse Körfez ülkelerinde söz konusu Mehmet Akif Ersoy oldu mu burada karşılaştığı insanların gözlerinin parladığını ve ezbere onun şiirlerini okuyanların olduğundan bahseder.Yine Mehmet Akif ile ilgili Pakistan’da yaşadığı bir hatırayı şöyle anlatır:
“ 2013 yılında Pakistan’ın Lahor kentinde Muhammed İkbal’in vefat yıldönümünde “İkbal’e Vefa” programına konuşmacı olarak çağırıldığım bir konferansta kürsüye davet edildim. Konuşmama başladım ve Muhammed İkbal’in kadim dostu Mehmet Akif’ten bahsedeceğim dedim. Mehmet Akif’in adı duyulunca salonda oturan insanların ayağa kalktığını gördüm, göz yaşartıcı bir tabloydu ve konuşmam bitene kadar herkes ayakta saygı duruşunda Akif’ten bahsettiklerimi dinlediler.”
Dr. Osman Arslan’ın hatırası da bize gösteriyor ki Akif sevgisi gönüllerde ve bir coğrafyaya sığmaz bir şekilde yaşıyor.
O kendi ifadesinde "sessiz yaşadım, beni kim nerden bilecektir?" dese de bildiren Rabbim bildiriyor. Çünkü Mehmet Akif, boşuna vatan şairi, milli şairimiz olmadı. Samimi, ihlaslı bir mümin olarak herkesin özüyle sözüyle bir gördüğü, vatanı milleti için herşeyini ortaya koyan, ümmetin davasında hep önde gidenlerden biriydi. Fakirlik, imkansızlık onu mücadelesinden geri koyamamıştı. Fakirdi ama gönlü zengindi, soğukta titreyen bir ihtiyara paltosunu çıkarıp verecek kadar gönlü zengindi ve ölene kadar yeni bir palto alamamış soğuklarda paltosuz gezmiş olsa da..
Allah bu kulunun vatan topraklarını karış karış gezerek samimiyetle nesillerin yüreklerine serptiği tohumları yeşertmiş; hayra olan iyiliğe olan, kurtuluşa olan davetlerini karşılıksız bırakmamış onun dua gibi olan arzusuna karşılık vermiştir.
HAKKI AYAKTA TUTMAKTAN HAYIRLA YÂD EDİLMEYE..
Yazının başında paylaştığım ayette bizlere yüklenen vazife gereğince hayra çağırma vazifesi bizlerin hayrınadır. Samimiyetle yaptığı daveti yaşayan, iki dilli iki yüzlü olmadan iyiliği, doğruluğu, hakkı ve hakikati ayakta tutan olmak bir kişi için ne kıymetli bir erdem ve ne büyük bir şeref değil mi? İyilikten yana olup, iyiliğin davetçisi olmak için, bunları yaparken de Allah'ın bizim sesimizi, hayırla yâd edileceğimiz şekilde gelecek nesillere duyurması için ümit edelim, dua edelim.
Kim bilir ihlasla yaptığımız hayra, iyiliğe çağırma davetimiz bizlerin kıyamete kadar hayırla anılmanıza vesile oluverir. İnşallah..İnşallah ..İnşallah..
YORUMLAR