Tv kanallarının belgesel kuşaklarını seviyorum…
-Tabi seversin Mirim; sıcacık odanda çayın çorban hazır, huzurlu ev ortamın, oturduğun yerden dağları taşları, kutupları deniz deryaları, vahşi hayvanları hiç risk almadan izliyorsun… Elin oğlu bu riskli yerlerin belgeselini çekerken; evini barkını terk edip, o sıkıntılara girerek belgesel yapıyor. Tabi…
-Tabi sonunda da parasını kazanıyor, diyeceksin… Haklısın… Ama o belgesellerin yanında kendi belgesellerimizi de kast ettim…
Bir türlü hayatı anlamadık, anladığımızı da eğlence zannettik; güncelleyemedik… Yani dünyaya ayak uyduramadık. Ülkemizde 2900 civarı bize ait ürün varmış; adına tescil alan iki tane imiş. “Coğrafi işarete” dayalı olan; haydi tescilden vazgeçtik Biri: Gaziantep Baklavası imiş. Diğeri: Bilmem ne işte… Yani markalaşamıyormuşuz falan filan…
Az sonra başka bir kanalda HAYALİ belgeseli başladı… Yani; KARAGÖZLE
HACİVAT ÇELEBİ…
Karagöz, Hacivat temel karakterlerin yanında o dönemin sosyolojisini oluşturan tipler.
Kadınlar (Zenneler, Kanlı nigar, Salkım İnci, Karagöz’ün karısı, Hacıvat’ın Kızı vs.)
İstanbul ağzı konuşanlar (Çelebi, Tiryaki)
Anadolulu kişiler (Laz, Bolulu, Kayserili, Kürt, Kastamonulu)
Anadolu dışından gelen kişiler (Arnavut, Arap, Acem)
Müslüman olmayan kişiler (Rum, Ermeni, Yahudi)
Kusurlu ve ruhsal hasta olan kişiler (Kekeme, Kambur)
Kabadayılar ve sarhoşlar (Matiz, Tuzsuz Deli Bekir, Sarhoş)
Eğlendirici kişiler (Köçek, Çengi, Cambaz, Hokkabaz)
Olağanüstü kişiler ve yaratıklar (Cazular, Cinler, Canan)
Geçici, ikincil kişiler ve çocuklar (Çeyiz taşıyıcaları, Satıcılar vs.)
Düşündüm de marka marka deyip duruyoruz. O dönemde Avrupa kendi kör karanlığında debelenirken taaaa Orhan Gazi zamanından kalma orta oyunumuz var… Hem de marka. Ama kadrü değerini bilemiyoruz. Güncelleyemedik yeni şeyler konuşturamadık… Ediplerimiz, animatörlerimiz amatör bazında dahi değiller. Elin oğlu –Fransız- RED Kiti yarattı, atıyla-köpeğiyle, Avarel’lerle mücadelesini dramatize etti de biz hayatın içindekini Hacivat’la Karagözü sürdüremedik, güncelleyemedik yenileyemedik.
-Mirim sadece Karagöz orta oyunu değil. Nasrettin Hoca’yı anladık mı? Anlamadık… Anlamaktan korktuk… Ya Mevlana’yı? onu da yeterince anlamadık…
Her gün bir yerden göçmek ne iyi
Her gün bir yere konmak ne güzel
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş
Dünle beraber gitti cancağızım
Ne kadar söz varsa düne ait
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım
Mevlana’nın vahdetini anladık ya da anladığımızı zannettik… Yenilikçi yönünün semtine dahi uğramadık… Baksana ifadeye: Bulanmadan, donmadan akmak… Tamam Mirim de bu konular güncel değil.Bak Rus Elçisi vuruldu… Canlı bombalar yıldız kayması gibi Kah İstanbul kah Kayseri… Şehitlerimiz… Halep desen yangın yeri…
-Sorma Kahya Efendi “bir şeyi gereğince yapamadın mı öyle oluyor; barışta markana sahip çıkamıyorsan teröristle mücadeleyi de beceremiyoruz işte…” Ben onu bilirim.