Bir anket yaparak, insanlara: Ülkemizin en büyük zenginliği nedir? Dediğiniz zaman, elbette çok değişik cevaplar alacaksınız. Kimisi yer altı, yer üstü servetlerimiz olduğunu; diğerleri ise, diğer bazı hususları ifade edeceklerdir. Yalnız, her zaman gözden kaçan, en önemli zenginliğin yetişmiş insan gücü olduğu ifade edilmez veya akla gelmez. Açık olarak şunu ifade etmek gerekecektir ki, bir ülkenin en büyük zenginliği, o ülkenin yetişmiş insan gücüdür. ABD’nde yapılan anketler şunu göstermiştir ki, her kademede yetişmiş ve problemleri yerinde halletme yeteneğinde elemanların, çok büyük yüzdelerde olmadığını ortaya koymuştur. Bu yüzde ABD gibi bir ülkede % 2-3’lerin üzerinde değildir. Az gelişmiş ülkelerde ise, bunun çok daha az yüzdelerde olduğu bulunmuştur. Öteden beri Ülkemizde görüleceği üzere, devamlı değişikliklerle, zaten yeterli düzeyde olmayan bu tip elemanlardan mahrum kalınmaktadır. Hiçbir ülke bu kadar değişikliklere dayanamaz. Bürokraside yer alacak şahısların yetişmeleri yıllar almasına rağmen bunların harcanmaları Ülkemizde çok kolay olarak ortaya çıkmaktadır. Bunun sonucunda ise, daha yeteneksiz şahısların bu kadroları işgal ettiğini görmekteyiz. Ağzımızdan düşürmediğimiz liyakatin nerede olduğu ise meçhuldür.
Özellikle, Fethullah Gülen’in devlet idaresini işgal etme sürecinde, liyakat için sadece cemaatten olmak yeterli idi. Elbette bu terör örgütünün kendine göre kriterleri vardı ve buna göre, görevlendirmeler yapılıyor idi. Burada bir hususu açıklamak gereklidir ki, “kötü para iyi parayı piyasadan kovar”,“kötü elemen ise, liyakatli elemanı yerinden eder” sözünü akıldan çıkarmamak gerekir. Bir anda binlerce yöneticinin yerinden alınması ve yenilerinin atanmasına şüphe ile bakmak gereği vardır. FETÖ darbe hareketinden sonra, zaten hak etmedikleri yerleri işgal edenler alınmıştır ve alınması gereği de vardır. Fakat,böyle bir ortamda bunların yerine atananların, hem liyakatli olarak bu makamları temsil etme özellikleri olduğu gibi, daha önceki dönemin ortaya koyduğu yanlış bürokrasi zihniyetlerini kaldırmaları ve onlarla mücadele edebilecek düzeyde olmaları gerekir. Öteden beri Ülkemizdeki atamalarda öncelikle, üst kademedekilerin her emrine peki diyecek olanlar tercih edilmektedir. Halbuki, esas olan atamalarda üst kademelerin her söylediğine “peki efendim” diyen elemanlar değil, Ülkenin çıkarlarını düşünen insanlar tercih edilmelidir. Bu şekildeki şahıslar büyük olasılıkla, amirleri tarafından sevimsiz olarak dakarşılanabilirler. Kanunların ön gördüğü şekilde devlet idaresinin olması; vatandaşların devlete olan inançlarını ve güvenini de artıracaktır. Osmanlı döneminde, kellesini bile hiçe sayarak, Sultana itiraz eden vezirler vardı. İşte Osmanlı, böyle idare edildiği zaman, üç kıtada at koşturmuş; rüşvet, iltimasın önü alınamadığı ve beşik uleması ile zevali gelmiştir. Ülkelerin kalkınmasında insan faktörü çok önemlidir. Liyakatin olmadığı durumlarda ise, geriye doğru gidiş ortaya çıkar. Bunu bir örnekle açıklamak isterim. Bir özel firmayı, holding’i ele alalım: Bu kuruluş devamlı zarara neden olan bir müdürü, mühendisi veya bir elemanı hemen işten uzaklaştırır. Yararlı elemanları taltif eder, daha yüksek seviyelere getirir. Burada iki hususu; liyakat ve performansı gözden kaçırmamak gerekir. Dünya üzerinde gelişmiş olan ülkelerin en önemli özellikleri budur. Bizden olması önemli değildir; bize ne kazandırdığı önemlidir. Devlet idaresinde liyakat ve performans esas olmalıdır. Saygılarımla.