Adâlet, hürriyet, hürmet, merhamet, sadâkat, vefa, dostluk ve hoşgörü! İşte bunlar, insanı öbür canlılardan farklı kılan, insana insan olma özelliği kazandıran değerlerdir. Bu nitelikler, kimin anlayışında ve yaşayışında daha çok yer tutuyorsa, o daha iyi insandır. Herkesin insanlıktan eşit pay almadığı bir gerçektir. Soyu, insan olup da, huyu insan olmayanların sayısı az değildir. Her şey, kıtlığında değer kazanır, yokluğunda özlenir.
Son iki asırda, dünyanın dört bir yanından hürriyet isteyen sesler yükseldi. Sömürgecilik, pek çok toplumu, hak ve hürriyetlerinden mahrum etmişti. O yüzden insanlar, hürriyet diye feryat ediyorlardı. Günümüzde de hoşgörü sesleri yükseliyor ve onun özlemi dile getiriliyor. Herkes birbirinden hoşgörü bekliyor, kimse hoşgörülü olmaya yanaşmıyor. Bu da toplumda hoşgörüsüzlüğün hükümran olduğunu gösteriyor. Bunun sebepleri üzerinde herkesin durup düşünmesi gerekiyor.
Hoşgörü nedir, nasıl elde edilir?
Hoşgörü, kişilere ve toplumlara ne kazandırır?
Biz, neden atalarımız gibi hoşgörülü değiliz?
Eskilerin müsamaha dedikleri hoşgörü; kusurları görmezlikten gelmektir. Hâlden anlamak, sevecen ve bağışlayıcı olmaktır.
Hoşgörülü olmak için hür olmak gerekir. Ezilenler, hoşgörülü olamazlar.
Bir toplum evinde, babam yaşındaki bir dede , beni divana oturttu, kendisi yere oturdu. Bana gösterdiği saygının altında ezildiğimi hissettim:
–Kusura bakmayın efendim, siz yerde kaldınız. dedim. O da:
–Kusur, görürsen kusur olur. Biz kusur görmeyiz.” dedi.
Ayıp arayan göz, hüner göremez
Hoş görmek, boş vermek değildir. Vurdumduymaz ve ilgisiz olmak da değildir. Kınanacak ve ayıplanacak bir olay karşısında sert tepki yerine, olumlu ve yumuşak davranmaktır. Hoşgörü, aslında gönül kazanmaya ve ıslah etmeye yönelik bir eğitim metodudur. Toplum hâlinde yaşamanın ve millet olmanın vazgeçilmez gereklerinden biridir.
Hoş görmek, birbirimizi anlamak ve birbirimize katlanmaktır.
Yaramazlık yapan şımarık bir çocuğa, sevgi ve güler yüzle yaklaşır: “Ben seni beyefendi biliyordum. Bu haylazlığı sana hiç yakıştıramadım.” derseniz, ona hoşgörülü ve sevecen davranırsanız, o da sizin sevginize lâyık olmaya çalışır. Ama kızar, azarlar, birkaç tane de tokat atarsanız, onu daha da haylaz ve yaramaz olmaya itmiş olursunuz.
Okul öncesi dört-beş yaş grubundaki çocuklar üzerinde yapılan bir anket, şu gerçeği ortaya çıkardı:
Aile içinde dayak ve şiddet gören çocuklar: “Allah’ı nasıl biliyorsun?” sorusuna, çoğunlukla: “Allah, insanı çarpar. O’nun cehennemi var. İnsanı cayır cayır yakar.” diye cevap veriyor. Oysa sevgi ve hoşgörü ortamında yetişenler aynı soruya: “Allah, bizi yarattı. O, bizi sever, bize nimet verir. O’nun cennetleri var, ölünce bizi oraya koyacak.” diye cevap veriyorlar.
Hoşgörünün kaynağı nedir? Bu haslet insanda nasıl meydana gelir?
Hoşgörü ne gökten yağar, ne de yerden biter. Onun kaynağı dinî inançlardır. İctimâî bir değer olarak, kişi bunu eğitim ve görgü yoluyla kazanır. Tarihin en büyük hoşgörü kahramanları, hiç şüphesiz nebîlerle velîlerdir. Onlar çok büyük olduklarından, insanları birer çocuk gibi görürler ve öyle severler. Onlar bize, bizim küçüklere yaklaştığımız gibi, sevgi ve merhametle yaklaşırlar. Biz günah işleriz. Onlar, bizim için af dilerler: “Ey Rabbimiz! O gâfiller, Sen’i de kendilerini de yeterince bilmezler. Sen onları affeyle!” derler.
Alparslan, Romen Diyojen’e karşı hoşgörülü davrandı. Fatih, Fener patriğine müsamaha gösterdi. Yesevî, Mevlânâ, Hacı Bektaş, Yunus ve Akşemseddin; Müslüman olsun olmasın, herkese insanca davranır, onları hoş tutardı, diyoruz. Din ve devlet büyüklerimizin gösterdiği hoşgörüyü, onların şahsî tercihleriymiş gibi göstermeye çalışıyoruz. Oysa bu yanlıştır.
Hoşgörü onların şahsî tercihleri değildi, inançlarının gereğiydi.
Yunus bu gerçeği, elif okuduk ötürü diyerek dile getiriyor. Çünkü elif ötürü olunca: “O” diye okunur ve Allah anlamına gelir. Yani: “Allah dedik, O’nu yarattıklarıyla birlikte andık ve sevdik.” demektir.
Yunus’un mısralarını şimdi birlikte bir daha okuyalım:
Elif okuduk ötürü,
Pazar eyledik götürü;
Yaratılanı severiz,
Yaradan’dan ötürü.